Kıssalar

                                  Gıybet İle İlgili Kıssalar

1) GIYBET KARŞILIĞI HEDİYE
Anlatıldığına göre Hasan-ı Bari’ye “adamın biri seni arkadan çekiştirdi” dediler Bunun üzerine Hasan Basri, adama bir tabak hurma ile birlikte şu haberi gönderdi:
- Duyduğuma göre sen bana iyiliklerini hediye ettin. Ben de buna karşılık vermek istedim. Fakat senin hediyene denk gelecek bir hediye veremediğim için özür dilerim”


2) Cüneyd-i bağdadi hazretleri , bir gün bir camide iken bir genç gelip:
- Allah rızası için bana yardım edin. Ben yardıma muhtaç bir kimseyim, der.
- Cüneyd-i bağdadi hazretleri bakar ki, genç sapa-sağlam bir insan, bu genç bu haliyle dilencilik yapmaya utanmaz mı? Niye çalışıp kazanmaz da dilencilikle kendini küçük duruma düşürür. Diye düşünür.
O gece Cüneyd-i Bağdadi hazretleri bir rüya görür. Rüyasında: camide gördüğü gencin vücudu bir kebap yapılıp bir tepsiye konmuş önüne getirilir. Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine:
- Bunu yiyeceksin derler.
Hazret “o insan etidir, yenir mi?” diye karşılı verdiğinde:
- Ya dün camide nasıl yiyordun  yine öyle yiyeceksin! derler.

Daha sonrasını hazret şöyle anlatıyor:
- Meğer gıybet etmişim. Hemen korku ile uyandım. Abdest alıp iki rekat namaz kıldım. Tevbe istiğfar ettim. Sabah olunca, o hakkında konuştuğum genci aramak için dışarı çıktım. Aradım aradım, nihayet genci Dicle nehri kıyılarında buldum ki, önüne tere koymuş onları yiyor.
Genç benim geldiğimi görünce başını kaldırarak:
- Ey Cüneyd! Camide benim hakkımda kötü düşündüğün için tevbe edip pişmanlık duydun mu?diye sordu.
- Evet dedim.
Genç bana:
- O halde üzülme git! Dedi ve şu ayeti kerimeyi okuyarak kayboldu “Ve O Zattır ki kullarından tövbeyi kabul eder, günahlarını afv eder ve ne yaptıklarını bilir”




                         Yalan Söylemek İle İlgili Kıssa

 Asla Yalan Söylemem
"Abdülkadir Geylani" küçük yaşta iken, bir arefe günü çift sürmek için tarlaya gitti. Bir öküzün kuyruğuna tutunup ardından giderek oynuyordu. O anda bir ses işitti:
- "Ey Abdulkadir! Sen bunlar için yaratılmadın ve bunlarla emir olunmadın."
Bu ses Abdülkadir Geylani´yi korkuttu. Eve gelince dama çıktı. Hacıları gördü. Arafat´ta vakfeye durmuşlardı.
- Anneciğim! Bana izin ver de Bağdat´a gidip ilim öğreniyim. Salihleri iyi insanları ziyaret ediyim.
- Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evladım, Abdulkadir´im! Senin ayrılığına dayanamam. Sensiz ben ne yaparım Bu bakımdan müsade vermiyorum.
Abdulkadir tarlada olup bitenleri anlattı. Annesi ağladı. Kalkıp babasından miras kalan seksen altını alıp kırkını kardeşine ayırdı.
Kırkınıda bir keseye koydu ve keseyi elbisenin koltuğuna dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak dedi ki:
- Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evladım, Abdülkadir´im! Hak tealanın rızası olmasaydı kattiyyen salmazdım. Huzur ve esenlik içinde sefere çık! Yolun açık olsun! Sana son olarak nasihatım şudur ki: Eğer beni memnun etmek istiyorsan, hiç bir zaman yalan söyleme, doğruluktan asla ayrılma! Allah her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir. Abdulkadir-i Geylani annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağda´ta gitmek üzere bulunan bir kervana rast geldi ve aralarına katıldı. Hemadan´ı geçmişlerdi. Bir müddet yol aldılar. Arz-ı Tetrenk denilen mahalleye gelince kervandan bir bağırma, çağırma koptu. Önlerine aniden bir sürü eşkiya çıkıp kervana saldırdılar. Bir anda sandıklar yere yılkıldı. Eşyalar yağma edilmeye başladı. Eşkiyalar teker teker kervandakileri sual sorup ne buldularsa aldılar. Sıra Abdülkadir-i Geylani´ye geldi. Eşkiyalardan biri latife olsun diye bunu önüne alıp sordu:
- Fakir çocuk söyle bakalım senin neyin var
- Üzerimde sadece 40 altınım var.
Eşkiya inanmamış. Bırakıp gitmiş. İkinci harami sual edip, onu aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirmişler
"Bu çocuk 40 altınım var" diyor.
Bu defa reis sordu:
- Senin üzerinde ne var
- Hırkamda dikili 40 altınım var.
Reis adamlarına dönerek dedi ki:
- Açın bakın, bakalım!
Adamlar üzerini aradılar, içinde 40 altın bulunan keseyi bulup reislerine verdiler. Eşkiya reisi hayretle sordu:
- Peki evlat sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin
Abdülkadir Geylani dedi ki:
- "Ben evden ayrılmadan anneme asla yalan söylemeyeceğime söz vermiştim, 40 altın için sözümü bozar mıyım "
Bu sözleri duyup hakikate şayit olan eşkiya başının gözleri yaşardı. Abdülkadir Geylani´nin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını ölçtü. Kendisinin bu yaşa kadar nice hıyanet ve zulüm işlediğini, bir gün Hakka yönelmediğini acı acı düşündü ve o güne kadar yaptıklarından pişman olup, ellerini başına vurarak şöyle haykırdı.
- Eyvah! Bizde Allah´a söz vermiştik. Bunca zamandır şeytana ahdimizi bozduk. Fenalık yaptık.
Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak
Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:
- Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir Hak Tealaya karşı olan ahdimi bozdum. Ona isyan ettim. İçimden gelen bir pişmanlıkla bütün günahlarımı ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum. Bundan böyle inşallah, Hak taalanın razı ve hoşnut olmadığı birşey yapmayacağım.
Reislerine çok bağlı olan eşkiyalar hep bir ağızdan dediler ki:
- Efendimiz, resisimiz! Biz sizden ayrılamayız. Eşkiyalıkta reisimizdin, hidayette reisimiz ol!
Bunun üzerine kervandan ne alındıysa geri verildi. Bir sürü eşkiya Seyyit Abdülkadir´ in önünde töğbe etti. Kendisi tekrar yoluna devam ederek Bağdat´a vardı.

 
 

                 İçki ve Kumar İle İlgili Kıssa

 Birgun ayse’nin babasi eve gelir.ve cok icmistir. ve ayse’yi dovmustur.ayse babasina: baba icki butun kotuluklerin anasidir demis. babasi: sen git onu ogretmenine anlat demis.ayse’nin babasi sigara icmeyede baslamis. bu sefer,dahada kotuye giden durumunun farkina varmamis.birgun doktora gitmis.ve doktor adama: bak cigerlerin cok kotu.galiba sende hem icki hemde sigara aliskanligi var.adam: evet doktor bey var demis.doktor: -bak icki tum kotuluklerin anasidir demis.adamin aklina kucuk kizi ayse gelmis ama cok gecmis.yillarca dovdugu kizindan nasil ozurdilecegini bile hayal edememis.ama kizinin kendisini cok sevdigini biliyordu.ve kizinin yanina gidip: -lutfen beni affet kizim annen yok bari bana sen bak demis.ben bu acilara katlanamam demis. (İçki ve kumar ile sadece kendimize değil çevremizdeki insanlarada zarar veriyoruz.) 

 
 

          Hırsızlık İle İlgili Kıssa

Bedevi ve Hırsız

Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi güçlükle yürüyen, dudakları susuzluktan kurumuş bir adama rastlamış. Adam bunu görünce su istemiş. Devesinden inip ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış.
Bedevi arkasından bağırmış:
'Tamam deveyi al git ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma! '
Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp nedenini sormuş:
'Eğer anlatırsan, demiş bedevi, bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler.'
 
 

Büyüklenmek(kibir) İle İlgili Kıssa

Evliyaullahtan bir zat, Ramazan günü talebeleriyle birlikte bir şehre gitmek için yola çıktılar. Şehre yaklaştıklarında akın akın insanların kendilerini karşılamak üzeri yola döküldüklerini gördüler. Mübarek zat, hemen çıkınından kuru ekmek çıkararak ağzına attı. Bunu gören ahali , (biz de bu zatı alim bir veli bilirdik, Ramazan günü oruç tutmuyor, üstelik açıktan oruç yiyor. Böyle birisi ile konuşulur mu hiç?) diyerek dağıldılar. Talebeleri yaptığının hikmetini sorduğunda, ( o kadar insanın benim için yollara döküldüğünü gördüğümde kalbime kibir ve büyüklenme gelmesinden korktum, onların gözünden düşüp nefsimi aşağılatmak için bunu yaptım. Ekmeği ısırdım ama yutmadım. Herkes ekmeği yedim sandı. Kalbime kibir yerleşerek Allahu Tealanın gazabına sebep olsaydım, halim ne olurdu?) dedi. 
 
 
 

Kötü Zanda Bulunmak İle İlgili Kıssa

Seyit Mahmud Attarân şöyle anlatır:

“Aşura günleri Serduzek mahallesinin sine destelerinde yer alıyordum Bir gün yakışıklı bir gencin zincir vurduğu esnada kadınlara baktığını fark ettim Bu duruma dayanamayıp ona bir tokat attım, sonra da onu deste gurubundan dışarı çıkardım Birkaç dakika sonra elim ağrıdı ve yavaş yavaş ağrısı şiddetlenmeye başladı Doktora başvurmak zorunda kaldım Bana “Ağrının nedenini anlayamıyorum, ama ağrısını dindirip yatıştıracak bir yağ var” dedi

Doktorun verdiği yağı kullandım Hiç faydası olmamıştı Bilakis ağrısı ve şişi daha da artmıştı Eve geldiğimde ağrısına dayanamayıp bağırmaya başladım Akşam bu yüzden uyuyamadım Gecenin sonlarına doğru gözlerim ağırlaşmaya başladı ve uyudum Rüyamda Şah Çerağ [1] hazretlerini gördüm Bana “O genci bulup rızasını almalısın!” dedi

Uyandığımda elimin ağrısının sebebini anlamıştım Gidip o genci buldum ve kendisinden özür diledim Nihayet gönlünü alarak razı ettim Kısa bir süre sonra elimin şişkinliği yattı, acısı da dindi

Hata ettiğimi ve o genç hakkında kötü zanna kapıldığımı anlamıştım O gün İmam Hüseyin’in (as) matemlisine saygısızlık edilmemesi gerektiğini öğrenmiştim
 
 

Alay Etmek İle İlgili Kıssa

Alay etmenin cezası
Gavs-ül-Memdûh hazretleri, bir gün dergâhın önünde otururken Abdürrahîm Efendiyi huzûr-ı şerîflerine çağırdı Şam’a gidip gitmediğini sordu

O da;
“Gitmedim efendim” deyince;

“Şu tarafa bak bakalım ne göreceksin?” buyurdu

İşâret ettiği yöne baktığında, yemyeşil bahçeleriyle, Şam’ın karşısında durduğunu hayretle gördü Şam’ı merakla seyrettiğini gören Gavs-ül-Memdûh;

“Abdürrahîm! Boşi köyü buradan uzakta mıdır görülebilir mi?” buyurunca, rüyâdan uyanır gibi Şam gözlerinden silindi ve hocasına;

“O köy buraya uzaktır, görünmez efendim” diye cevap verdi

Bunun üzerine;

“Doğu tarafına bak!” buyurdu

O anda küçük bir tepenin yamacında kurulmuş olan Boşi köyü gözünün önüne geldi O anda köyün bir kenarında, Gavs-ül-Memdûh’un talebelerinden birkaç tânesi oturmuş sohbet ediyorlardı Köy bekçisi de yanlarında sırt üstü uzanmış yatıyor, talebelerle alay ediyordu
Gavs-ül-Memdûh;

“Abdürrahîm! Bekçinin
arkadaşlarınla alay ettiğini görüyor musun?” diye sordu

O da;

“Görüyorum efendim Eğer müsâade buyurursanız hemen hakkından geleyim” diye sordu

Hocasının hiç cevap vermemesinden cesâretlenerek ayağını hızla bekçiye doğru salladı
Allahü teâlânın izniyle, ayağı bekçinin tam karnına isâbet etmiş ki, birden karnını tutmaya ve feryâd etmeye başladı Bir daha vuracaktı, fakat Gavs-ül-Memdûh;

“Yeter yâ Abdürrahîm!” buyurunca, durdu

Boşi köyü de gözünden kayboldu Hocasının bu kerâmetlerine hayran kalmıştı

Aradan on gün geçmişti Boşi köyünün bekçisi, yüzü sarılı bir hâlde Gavs-ül-Memdûh’un huzûruna çıkarıldı Ağzı sol kulağına kadar eğilmişti Eğilen taraf kırış kırış olmuş, diğer tarafı da davul zarı kadar gerginleşmişti Bu sebeple ne ağladığı ne güldüğü, ne de konuştuğu anlaşılıyordu Zor konuşabilen bekçi;

“Aman yâ Hocam!
Allahü teâlâyı zikreden talebelerinle alay ederken, birisi şiddetle karnıma vurdu O anda bütün vücûdum hareketsiz kaldı Ağzım da bu hâle geldi Bundan böyle hatâmı anladım ve tövbe ettim Ne olur beni affediniz ve ağzımın eski hâle gelmesi için duâ ediniz” diyerek ağladı

Gavs-ül-Memdûh onun bu durumuna çok üzüldü Merhamet edip ellerini kaldırarak duâ etmeye başladı Sonra mübârek elini bekçinin yüzüne sürdü O anda bekçinin ağzı, Allahü teâlânın izniyle eski hâline geldi

Evliyalar Ansiklopedisi, İhlas Yayınları
 
 
 

Kıskançlık İle İlgili Kıssa 

Zengin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi

Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi

Büyük ağaç, iyice kasılarak:

—Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz

Aslında büyük ağacın çekindiği b
aşka bir şey daha vardı Çiçekler rengarenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti Oysaki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu

Küçük ağaç, uzun boylu
arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti Çünkü o, kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk

Tohumların teklifini kabul ederken:

—Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi Böylelikle
yalnızlık da çekmeyiz

Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı Fakat küçük olanı:

—Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez, diye tekrarlıyordu Güzellerden güzellikler doğar sadece

Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde
cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu

Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığında, (bilgi yelpazesinet) davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu

Çiçekleri
sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı

Şimdi küçük ve
yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duydu

ğu kıskançlıkla için için kuruyordu

 

 

İftira İle İlgili Kıssa

Bir yahudi, gelip devesinin çalındığını söyleyerek bir Müslümana iftira atar. Hadiseden habersiz olan, müslümanı çağırırlar, yahudi iftirasını tekrarlar. Müslüman, bu yalan iftiradan ne söyleyeceğini şaşırır ve ellerini kaldırarak,
''Ey ALLAH'IM! Sana herşey malum, sen herşeyi en iyi bilensin, bu deve benim öz malımdır şimdi ise, bu musibet başıma geldi.''dedi ve Hz. Peyganberimize dönerek:
-Ya RESULALLAH! Senin verdiğin hüküm haktır ne olur bu gerçeği bir kere de şu deveden sorun;diye yalvardı.
-Hz Peyganber(sav)deveye dönerek:
Ey deve sen kimin malısın? Konuş buyurdu, deve dile gelerek konuştu.
-Ya RASULALLAH! ben bu müslümanın öz malıyım, bunlar yalancı şahitlik yapıyor dedi.
Bunun üzerine Hz Peygamberimiz(sav) o müslümana;
-Ey müslüman! söyle bakalım, sen ne gibi hayırlı işler yapmışsın ki, ALLAHU TEALA, senin hatırın için bu deveyi konuşturdu.
-YA RASULALLAH! Ben her gece senin üzerine on kere salevat getirmeden, okumadan uyumam dedi.
Yüce peyganberimiz(sav)dediki;
-''Sana müjdelerimki, bu salevat hürmetine bu dünyada temize çıktın, üzerindeki bela ve musibetten kurtuldun. Ahirettede cehennem azabından kurtulacaksın (kurtuldun)''buyurdu.
 
 

Hile İle İlgili Kıssa 



Peygamber aleyhisselâm yiyeceğe aid bir şey satan bir adama uğramıştı, ona: 

 — Ne satıyorsun? diye sordu.
     Adam da anlattı.
    Bunun üzerine Allah'ın Resulüne satılan yiyecek maddesinin içine elini sokması vahyolundu. Peygamber aleyhisselâm elini o yiyeceğin içine sokunca, bir de baktı ki, o şeyin içi ıslak.
Bu tesbit üzerine:
— Bu ne, ey yiyeceğin sahibi? diye sordular. Adam: 
— Yağmur isabet etti, ey Allah'ın Resulü, diye cevap verdi. Resulüllah aleyhisselâm:
— Yaş olan tarafını üstüne koysaydın da insanlar görseler, dedikten sonra, «Hile yapan kimse benden ve benim ümmetimden değildir» buyurdular.
                         (Müslim, Tirmizî)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder